EVRENSEL VAROLUŞ I – Ruh Duruşu

Ol’uşlarımızın ve sanrılarımızın “kaderimiz” olmakta Ol’duğu zamanlarda ve mekanlardayız…

Ayırt etme yeteneğimizi keskinleştirip; “Var” Ol’manın gerçekten ne demek Ol’duğunu algılayarak, Kosmik Duruşumuzu – Yönümüzü belirlememiz (Kozmik tarihimizi; kendimizi bilemediğimiz tüm zamanlar boyunca gerçekte bize ne olmuş olduğu ve Şimdi Buradan sonra ne olacağı ve nereye gideceğimiz), Evrensel Varoluşumuzun “Nedenini” neye bağlayacağımızı tespit etmiş olmamız ( içsel var olma nedenimiz) ve Ruh Kavrayışımızı bir An önce derinleştirip ayağa kalkmamız hayrımıza olacaktır.

Bu nedenle zihnin ve binlerce yıldır semirmiş Egoların oyun malzemesi Ol’An, tüm insanlığın bilincinde sefilliğin ve cehaletin nedeni Ol’An, inanıldığı için tüm illuzyonik karmik bağları yaratan, seçilmişleri- kurbanları üreten, tanrıcıkları ve tapanları icat eden; kader, okul, sınav, ders gibi kavramlara hiçbir öğretinin, dinin ve şartlanmanın etkisi altında kalmadan gönül gözü ile dikkatlice bakmanızı sevgiyle tavsiye ediyorum.

Biz insanlar Şimdi Burada; bu dünyaya yiyip içip gezmek kendimizden geçmek için gelmedik. Ama okulda okumak ve sınava girmek için de gelmedik.

Okulda Ol’ma ve sınava girme iluzyonu; Evrende varlığa yeni çıkış yapan ve Evreni Sonsuzluğunu Sınırsızlığını, Alemlerin ve boyutların paradoksal Varoluşunu henüz anlayamayacak evrim skalasında olan varlık boyutlarında geçerli bir sanrıdır. Veya deneyimdir. Varlık büyüdüğünde Evrimleştikçe “benlik Ol’uşlarına” göre terk edilmesi hayrınadır.

Varlığın; görünüşe çıkışında eğitim aracı iken, vakti saati geldiğinde terk edilmez ise, Varlığın içinden çıkamayacağı hapishaneye dönüşür. Hapishane hem dışardan illuzyona hizmet edenler tarafından örülür hem de içerden Nefs tarafından örülür. ( Okul, sınav ders illuzyonundan beslenen Alemler ve varlıklar bizler bu kavramlara değer atfettikçe ve inandıkça, sanrıyı devam ettirmek için ellerinden geleni yaparlar, çünkü onlarda kendi seçimleri gereği bunun üzerine tekamül etmektedirler.)

Bu illuzyonda zihin (nefs) Yaptığı hizmetler için hem bu dünyada hem ahirette ödül beklemeye, cezadan acıdan kaçmaya alışır ve kendine yaşayabileceği konfor alanı oluşturur. Bu oyun alanında; seçilmişler, kurbanlar, görevliler, tanrılar, tapanlar ve dolayısıyla kader, acı, sefalet, atalet, kibir, karanlık aklınıza gelebilecek ve bizim şu anda Yeni Dünyayı yeryüzüne indirme adına ilerlediğimiz yolda bırakmaya çalıştığımız eski kavramlar ve tekamül yolları ortaya çıkar.

Ve böylece Sonsuz zamanlardır, Dünya toprağından “İnsan” olarak Varoluşa çıkmak üzere OL’An, kendini henüz bilmeyen insanın ve haddini bilmeyen Alemlerin – varlıkların oyun alanı olur.

Ne yazıktır ki bu Alemler; İnsanın okulda, sınavda, ezada, cefada, Yaradan’dan ayrı ve kul Ol’duğunu sanmasına neden OL’muş ve izin vermişlerdir.

Halbuki İnsanı; sadece koruyup kollamaları ve sevgiyle büyütmeleri gerekirken, insan için “kader” yazmışlardır.

Oysa ki İnsanın “Kaderi” kendisi iken ve kaderin ismi “”Alemlerin Efendisi”” iken.

Maksat korumak, kollamak şefkatle sevgiyle “Varoluşu”, hiçliğinde büyütmekse ve bu da güzelliğin ve sevginin hatırı için yapılıyorsa, ne kutlu varoluşu sevgiyle yüreğinde büyütenlere ve kol kanat gerenlere.

Bazen “masallar” gerçek diye anlatılır. illuzyon Ol’ur yaşanan.

Bazen; “Gerçekler” masal diye aktarılır. Masal diye sunulanın içindeki Sonsuz Gerçektir. Ol’dukça bilinir. Bilindikçe Ol’unur.

Gezegenlerin var Ol’masının nasıl ki bir nedeni yoksa, Ol’makta Ol’Anın da bir nedeni yoktur. OL’Andır.

İnsan; Alemlerin Efendisidir. Tanrı’nın sırrının sırrıdır.

Neden derseniz, bunun da bir nedeni yoktur.

Çünkü “İnsan” nedensiz “Nedendir”.

Ol’makta Ol’Anlara; kendinin ve kendisi Ol’An Bütünün hayrına Şimdi Buradan sonra neden OL’acak “Nedendir”. Tabiî ki “Kendini Bilenlere”.

Bize öğretilerle belletildiği gibi, yalan yanlış anlatıldığı gibi ne kuluz ne cezalıyız ne sınavdayız. Ne ötesi var ne berisi.

Her şey Şimdi Burada.

Ve bizler her An’da masumduk. Ve sevgiydik.

Bizler sadece ve sadece “büyüyorduk”.

Kendi zamanımıza ve mekanımıza. Momentimize.

Artık “İnsan” büyümüş ve moment dolmuştur.

Her şeyin çaresi insanın “Kendisidir”. Kendisini İnsan Ol’arak bilmesidir.

Çanlar İnsan için çalmaktadır.

“Kutsal Vaad” insan için sunulmaktadır. Almak için hazır ve nazır OL’Anlara.

İnsan; Alemlere hiçlikte kaftan biçecek OL’Andır. Manalandıracak ve Rahmet gibi yağacak Ol’Andır.

Son perdeyi indirecek, Tamamlayacak, Bütünleyecek, kendini kendinde dengelemesiyle ve merkezlemesiyle Evrenleri ve Alemleri de dengeleyecek OL’Andır.

Kendini bilişiyle; kendine ve Alemelere “hayır”, kendinden vazgeçişiyle Alemlere “yem” ve “şer” Olacak Ol’Ândır.

Artık Ol’maya kara vermeli ve “Kendimizi” gerçeğimize büyütmeliyiz.

Çünkü artık çok şey biliyoruz.

Yeteri kadar dersimizi aldık.

Yeteri kadar acı ve keder çektik.

Yeteri kadar taptık ve kurban olduk.

Bu rolleri defalarca defalarca yaşadık

Ne Alemlere ne de yücelere hiç birine ihtiyacımız yok. Kendimizi bilmemiz ve “kendimizden” başka.

Vakit geldi. Artık büyüyebiliriz.

İnsan; büyümeye kara verdiğinde büyüyebilir, Ol’maya karar verdiğinde Ol’abilir.

Ve İnsan; O’ndan ayrı değildir.

“O”; Sevgidir, Aşktır, Neşedir. Dengedir.

Sevgiyseniz, aşksanız, neşeyseniz, dengede ve merkezde iseniz O’sunuz.

O An’da O’dan ayrı değilsiniz. Ruh Kavrayışındasınız ve muhteşemsiniz.

Bu nedenle O, Bir, Şimdi, Burada, An, Ebedilik gibi halleri ve Ruhun duruşunu; kelimelerin yettiğince tarif etmeye çalışmış olan Ken Wilber’in kısa yazılarını yolunuza ışık olması için sizinle sevgiyle paylaşıyorum.

************

Ken Wilber der ki; ” İnsan Tanrı’dan ayrı olduğunu ve ona tekamül ederek varmaya çalışabileceğini sanır. Tanrı’nın bireye açık görünmeyebilmesinin nedeni, bu hep var olan Tanrı bilgisinin biraz tuhaf doğasıdır; yani “O” ikilik- olmayan’dır ( “ikilik – olmayan” tam olarak Bir anlamına gelmez. Çünkü arı Birlik daha çok kendi Çokluk karşıtını dışladığı için ikiliktir. Tekil Bir çoğul Çok’a karşıtken, ikilik-olmayan her ikisini de kapsar. “İkincisi olmayan Bir’in anlamı “Karşıtı olmayan Bir’dir, yoksa Çok’a karşıt anlamında değildir. Hem çokluğu hem de birliği denge içinde kucaklar.)

Bir kimsenin onu biliyor görünmemesinin tek nedeni, özne olarak kişinin ister zihinsel isterse fiziksel olsun bir nesneye baktığında, şeyleri ikilik içinde görmeye çok alışık olması ve “kendisi” ve “o nesne”nin bambaşka iki şey olduğu düşüncesiyle, ” Evet nesneyi çok açık olarak görüyorum” diye duyumsamasıdır. Özne olarak kişi, bundan dolayı, doğal olarak Tanrıyı da orada bir yerde bakılacak ve kavranacak bir nesne olarak görebileceğini varsayar. Bu yüzden o, kavrayıcı, Tanrıyı, yani kavrananı elde edebilmeli diye düşünülür.

Ama Tanrı elde edici ve elde edilen olarak ikiye bölünmeyecektir. Çünkü bütündür. Tanrı olduğunuz için elbette Tanrıyı göremezsiniz. Tıpkı gözün kendini görememesi, kulağın kendini işitememesi gibi.

Ve Zenrin basitçe şöyle der; “Kesen, ama kendini kesemeyen bir kılıç gibi; gören ama kendini göremeyen bir göz gibi.” Gerçekten de, gözünüz kendini görmeye çalışsa, kesinlikle hiç bir şey göremez. Benzer olarak boşluk da, Tanrı’yı aramaya çalıştığınız şu anda göremediğiniz şeydir.

“””“O”, Boşluk, tam olarak, her zaman aramakta olduğunuz, ama hiç bir zaman bulamadığınız ya da göremediğiniz şeydir. VE TAM DA O GÖREMEYİŞ O’DUR. “”””

Gerçekliğin tümünde yalnızca bir ikincisi olmayan Bir vardır, ama yine de kişi, alışkanlıktan ötürü, Onu iki yapmaya, bölmeye, böylece sonunda Onu yakalamaya veya sürekli bir “varılmayan- varış ” yeri olarak ayrı algılamaya çalışır.

“””””Ken Wilber; “ikilik –olmayanın (O’nun) dışında gerçekte hiç birşey olmadığı için, uzayda ya da zamanda Tanrının olmadığı hiç bir nokta yoktur. Bu, Tanrının bir parçasının—panteizmde olduğu gibi– her bir şeyde bulunduğu anlamına gelmez, çünkü bu sonsuzun içerisine bir sınır getirmek, her şeye sonsuz pastanın farklı bir dilimini yüklemek demektir. Doğrusu, Bütünün—ikilik-olmayanın–Tanrının—uzay ve zamanın her noktasında EKSİKSİZCE ve BÜTÜN olarak bulunduğudur ve bunun nedeni HER BİR NOKTADA FARKLI SONSUZUNUZUN OLAMAYACAK OLMASIDIR. Aziz Bonaventura nın dediği gibi; “Tanrı merkezi her yerde olan ve çevresi hiç bir yerde olmayan bir küredir,”

Öyleki, Plotinos’un sözleriyle, ” hiçbir yerdeyse de, hiç bir yer O değildir.”

“Tanrının, ancak kendisi uzaysızsa, uzayın her noktasında bütünüyle var olabileceğine dikkat edin. Nasıl ki gözleriniz yalnızca kendisinde kırmızı renk olmadığı ya da “kırmızısız” olduğu için kırmızı renkli şeyleri görebiliyorsa, aynı şekilde Tanrı da tüm uzayı kapsayabilir, çünkü Kendisinde uzay yoktur, ya da “uzaysız”dır. “

“Ne olursa olsun, sonsuz denilen şey, başka noktalar, uzaylar ve boyutlar arasında bir nokta, bir uzay–hatta çok büyük bir uzay—ya da bir boyut değildir; tersine noktasız, uzaysız, boyutsuzdur– birçokları arasında bir değil, ama bir ikincisi olmayan bir. Aynı şekilde, sonsuzun bütünü uzayın tüm noktalarında bulunabilir, çünkü kendisi uzaysız olduğundan, uzayla çatışmaz ve dolayısıyla onu bütünüyle kapsamak için özgürdür–tıpkı şekilsiz ve formsuz olduğu için suyun tüm şekil ve formlardaki kapları doldurabilmesi gibi. Hem sonsuz, uzayın her noktasında kendi bütünlüğü içinde var olduğuna göre, sonsuzun tümü tam BURADA eksiksiz olarak bulunur. Aslında, sonsuzun gözünden orası diye bir yer yoktur ( çünkü, kabaca dile getirirsek, eğer oradaki bir başka yere giderseniz, yine yalnızca buradaki ile aynı sonsuzu bulursunuz, çünkü her bir yerde başka bir sonsuzluk bulunmaz.)”

“Zaman içinde bu böyledir. Tanrı ancak eğer Kendisi zamansızsa, zamanın her noktasında bütünlüğü içinde bulunabilir. Ve zamansız olan Ebedidir. Ebedilik “sonsuz zaman süresi değil, zamansızlıktır”. Başka bir deyişle, Ebedilik; hep-süren zaman değil, ama zaman olmaksızın bir An’dır. Bu yüzden zamansız olduğundan Ebediliğin tümü zamanın her noktasında bütün ve tam olarak bulunur.

Dolayısıyla ebediliğin tümü tam ŞİMDİ zaten vardır. Ebediliğin gözünden, ister geçmiş isterse gelecek olsun, o zaman diye bir şey yoktur. HER YERDE VE HER ZAMAN HAZIR OLMANIN ANLAMI YALIN OLARAK BUDUR. TANRI EŞZAMANLI OLARAK, HER YERDE VE HER ZAMAN BÜTÜNLÜĞÜN İÇİNDE BULUNUR. “

“TANRIYI HER YERDE VE HER ŞEYDE GÖREMEYEN BİRİ, ASLINDA ONU HİÇ BİR YERDE GÖREMEZ.”

“Yalnızca daha öte gelişim, yalnızca daha öte evrim olan meditasyon- farkındalık şöyle ilerler—-birlikten birliğe bir dönüşüm, ta ki yalnızca Birlik olana dek; öyle ki Tanrı, uyarısız gelen bir fark edişin ve son olarak anımsayışın verdiği sarsıntı içinde, sessizce kendi kendine gülümser, gözlerini kapar, derin bir soluk alır ve milyonuncu kez kendisini dışavurur; tümüyle kendi eğlencesi ve oyunu olan belirişinde kendini yitirir. “” KEN WİLBER, The Atman Project

*********

“KENDİ” zaten vardır ve biz zaten O’yuz.

Parçalar birleşecek Bütünü oluşturacak, Bütün bizde olmayacak parçasıyız dersek nasıl “kendisi” OL’abiliriz.

Şimdi YOL’dayım varacağım dersek; düşünce ve seçim An’daki “Gerçekliğimizi” yaratıyorsa nasıl ŞİMDİ BURADA OL’abiliriz.

OL’mak için artık karar vermezsek nasıl “Kendisi” olabiliriz.

Yaradan’ın olmakta olanı bilmemesi, “Kaderi” bilmemesi diye bir şey söz konusu olamaz. Olmakta olanın “Kendisi” zaten O’dur. Ve insan basitçe “Kendisi” yani Efendi ise OL’makta Ol’anın hayrı mı şer mi olacağını İlahi İradesi ile seçer ve karar verir. Ve kendi kendini “Gerçek” kılar. Ve “Kendisi” kaderdir.

Yaradan her Varlığın seçimini bilmektedir. Çünkü Yaradan’dır.

Varlık Kader var derse; atalete girer. İrade ve cesaret göstermesini bilmek gerek.

Varlık Kader yok derse sefalete düşer. Teslim OL’masını da bilmek gerek.

Nihayetinde İnsan ne olduğunu basitçe biliyorsa ve OL’uyorsa Efendidir. Özgürdür. Kaderini yaratır.

Eğer ki İnsan “kendisinden” ve ne olduğundan bi haber ise kaderi yaratanların ve dolayısıyla da kendisi için yaratılan kaderin kurbanıdır.

İnsana; özgürlük, sevgi, aşk, asalet kısaca Efendilik yakışır.

(Evrensel Varoluş II – “Kendinin Sorumluluğu” ile devam edecek)

Yazan Nilgün Nart

3.5.2008 / İstanbul

Bir yorum bırakın